Evi sokak olana, karnı aç olana, kimsesiz olana, yetim olana, işi zor olana, geçim sıkıntısı olana, huzursuz olana, sağlıksız olana, yatakta hatsa olana, içi acı dolana, eli darda olana, gönlü yarda olana, yolda susuz kalana yardım etmek boynumuzun borcu olmalı...
Sabah kalktığımda ilk aklıma gelen bunlar oldu.
Sanıyorum, yardım isteyenler, yardıma ihtiyacı olanlar daha çoktur.
Cuma sabahı uyandığımda aklımdan bunlar geçti.
Anımsamama neden de, herhalde Murat Eştürk ve Kaya Çelikkanat isimli okuyucularımın ‘Hayırlı’ saydığımız Cuma günü yüzde 90’ı Müslüman sayılan ülkemizde Diyanet ve camilerimiz vasıtasıyla başlatmak istediği kampanya...
Kampanyanın amacı, 85 bine yaklaşan her cami imamı ile cemaatinin bir yoksulun ihtiyaçlarını karşılaması ve bir öğrenciyi Devlet okullarında üniversite eğitimi alıncaya kadar okutması.
Devlete, millete hayırlı insanların yetişmesine katkı sağlaması...
Yoksa cemaat okullarında ya da devlet kontrolünden ve gözlerden uzak tarikat yuvalarında değil...
İşte bunları gördük...
FETÖ’cüleri...
Nasıl hain, devlet millet düşmanlarını yetiştirip, devlet kadrolarına yerleştirmelerini...
Zaten Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan da, İzmir Milletvekili Başbakan Binali Yıldırım da bunları söylemiyorlar mı?
Biz İzmirliler gibi Atatürk’ün posterleri ile Türk Bayraklarını asmıyorlar mı?
Beyinleri; ‘hain planlar’ ve Türkiye Devletinin parçalanması için çalıştırmak için kurgulananlar tamamen temizlendi mi?
Hayır!
Bunu her fırsatta bakanlar ve üst makamlar söylüyor.
Ama bunlar var diye herhalde 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız törenleri ile 10 Kasım Atatürk’ü anma törenlerimizi iptal edemeyiz.
*- Yok etmek için...
Benim de kabul ettiğim gibi, ‘Bir toplumu yok etmenin en kolay yolu, geçmişini unutturmaktır. Kent Belleği, geleceğe bırakacağımız en büyük mirastır. Ben tarihsel görevimi yapıyor, gelecek kuşaklara kayıt, bilgi ve belge bırakıyorum.’ diyen Karşıyakalı Tufan Atasoy var.
Zaman zaman kendisinin açıklama ve bilgilendirmeleriyle ilgileniyorum.
Bana göre İzmir’de kendini satamayan ama buna rağmen direncini kırmadan koşuşturan ve üreten biri...
Bu cümlenin içine İzmir’de hiçbir işe yaramayan ama kendilerini ‘önemli ve bilgili’ gibi gösterip, belediyeleri, kurumları, sanayicileri, dernekleri bi şekilde dolandıranların olduğunu da anlatmak istedim.
İzmir zaten ne çekiyorsa bunlardan çekiyor.
Ama her biri köşe başlarını tutmuş.
Yine bir parantez açayım:
‘Her biri’ dediğime göre bunlar birden fazla...
Hatta ‘Çete’ diye bile adlandırabiliriz, bu menfaat guruplarını...
*- Günün gelişmelerine göre
Bu arada önceki gün yine Tufan Atakişi’den bir mektup geldi...
‘Görülen Lüzum Üzerine !’ diye başlayan mektubunda şunları söylüyor.
‘ABD’yi bize hala stratejik ortağımız diye yutturmaya çalışadursunlar, Ortadoğu’da yaşananlar Amerikalı Protestan Misyonerlerin Osmanlı topraklarına, Smyrna’ya yani İzmir’e 1820 yılında adım atmaları ile başlamıştır.
*- Başımıza saldılar...
18 Ocak 1919 tarihinde başlayan Paris Barış görüşmelerindeki ABD, İngiltere, Fransa ve İtalya’dan oluşan oyun kurucular, bu gün uygulanmakta olan senaryoya son dokunuşları yapmışlar ve Yunan ordusunu Anadolu’ya salmışlardır.
Aslında bölgenin haritası çok önceleri çizilmiş olmasına rağmen Mustafa Kemal Atatürk bu uygulamayı bir süreliğine engellenmiştir.
Ancak O’nun zamansız ölümü sonucunda işin peşini bırakmayanlar senaryoyu tekrar uygulanmaya sokmuşlardır.
2000’li yıllara geldiğimizde bazı gelişmeler fark edilse bile önlem alınmakta geç kalınmıştır.
Bu gün Ortadoğu’da yaşananlar; Smyrna’da başlayan ve gizlenen tarihi gerçekler olup Türkiye’ye karşı 200 yıl önce yazılan oyunun son perdesidir.’
*- Ne biçim iş?
Bunları neden gündeme getirdim?
Televizyonlarda seyrettiğim senaristlerden...
Adam belli bir düşüncenin mimarı...
Amacı da belli...
Türkiye’yi güç durumda bırakmak.
Hatta öyle ki, açık ve net aklı başında akademisyenlerimize ‘Sana inanmıyorum’ diyebiliyor.
Amaçları bence belli imkanları dahilinde Türkiye’yi güç durumda bırakmak ve de bölünmesine katkıda bulunmak.
Bunlar nasıl bulunuyor, televizyonlar çıkartılıyor?
Bu da ayrı bir soru...
*- Türkiye’nin ve Türklerin hizmetkârı olmalıyız
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ve sözcüleri bile açıklamaları ile Türkiye’nin şu anda Suriye’ye girmesini ve de menfaatimiz için yapılan tüm girişimleri desteklerken, bunlar sözü başka taraflara getiriyor.
Bunlara şunu hatırlatmak istiyorum:
Bir gün İngiliz hariciyeci ile sohbet ederken, İngilizce bir cümle söyledi.
Sonra ilave etti:
‘Bu cümlenin anlamı, ‘Artık ben İngiltere ve İngiliz halkının hizmetkârıyım’ demektir.
‘Bu, bizim bir noktada yeminiz gibidir!
Her türlü şartta sadece ve sadece İngiltere ve İngiliz vatandaşın haklarını koruruz.’
Konuşmamız sırasında öğrendim:
İngiltere’de her türlü sınavdan geçtikten ve hariciyeci olmanız karar verildiğinde, en son anda, bizim ‘duayen’ ya da ‘üstat’ diye adlandırabileceğimiz bir ‘usta’ mesleğe yeni giren diplomat adayını bir odada karşısına alır, bu cümleyi’ ‘Artık sen İngiltere ve İngiliz halkının hizmetkarısın’ dedikten ve tekrarlattıktan sonra, hiçbir zaman üzerinden çıkarmayacağı ve bulunduracağı ‘özel rozeti’ de kendi takar...
Biz de bir memura hatta işçiye görevini hatırlattığında, söyleyeceği şudur:
‘Ben senin hizmetkârın mıyım?’
Evet öylesin...
Son zamanlarda bu tür sözleri devletin en başındakiler de etmeye başlamadılar mı?
Ama devletten maaş alanlar, bunu kabul etmiyor...
‘Yardım et!’ çağrınıza verdikleri yanıt bu oluyor: ‘Ben senin hizmetkarın mıyım?’
Kimlere borcumuz var!
Kimlere borcumuz var!
22 Ekim 2016 - 17:33
YORUMLAR