Atatürk’ün her ne durumda olursa olsun devleti ve milleti için çalışmaya devam ettiğini belirten Dr. Mat, “Atatürk, 57 yıllık yaşamına birçok başarı sığdıran bir liderdir. Yaşamı boyunca uykusuzluk çekmiş, yemeğe meraklı değil ve çok çalışmasının da vücudunu yorduğunu biliyoruz. Mustafa Kemal Bey, Trablusgarp’ta gözüne, Çanakkale’de göğsüne şarapnel parçasının isabet etmesi ile yaralanmıştır. İspanyol gribi ve zatürre gibi birçok hastalık geçirmiştir. Bu şüphesiz onun bedenini çok yıpratmış ve güçsüz düşürmüştür” dedi.
Ulu önderin son dönemlerine değinen Dr. Mat “Doktorların yurt dışından ilaç tedariki yapmasıyla birlikte İngiltere ve Fransa elçilikleri arasında Mustafa Kemal Atatürk’ün sağlık durumunun kötüleştiği söylentilerinden dolayı Türk tarafı bilgi vermek mecburiyetinde kalmıştır. İlk başta soğuk algınlığı geçirdiği söylenmiştir. Bununla birlikte Atatürk’ün sık sık burnunun kanadığını da biliyoruz. Hatay meselesi için Adana ve Mersin ziyareti yapan Atatürk, törenlerde güçlükle ayakta durmuştur. Her ne olursa olsun taviz vermemiş, törenlerin sonuna kadar askerleri selamlamış ve güçsüz düştüğünü belli etmemiştir” dedi.
Atatürk’ün hastalığının teşhis sürecinden bahseden Dr. Mat “İlk muayenesini yapan doktoru Nihad Reşad Belger, bacak kaşıntılarının asıl sebebinin karaciğer kaynaklı bir rahatsızlık olduğunu belirmiştir. Bu teşhisten sonra Atatürk, 1938 yılının ocak ayında Yalova’da bulunan kaplıcalara gitmiş, burada doktoru Nihad Reşad Belger’e muayene olmuş ve karaciğerinin üç parmak kadar büyüyüp sertleştiğini öğrenmiştir. Doktor Belger bu teşhisle beraber tedavi için geç kalındığını anlamıştır. Termal kaplıcalarda tedavi olduktan sonra, köşk ilaçlanmış ve sıkı bir perhizden sonra da Atatürk’ün rahatsızlığında önemli bir düzelme meydana gelmiştir” dedi.
“Koca bir tarih göçüyor”
Sağlık durumu iyice kötüye giden Atatürk’ün çevresinde yaşanan telaşı anlatan Dr. Mat “Bu dönemlerde Celal Bayar, Atatürk’e bir Alman, bir Fransız doktorun isimlerini verip, onları çağırmak istediğini söylese de Ulu Önder, Hatay Meselesinin hassasiyeti sebebiyle hastalığının duyurulmasını istememiş ve Tıp Kongresi’ndeki doktorların kendisini muayene etmelerini istemiştir” dedi.
Dr. Mat “Atatürk’ün hastalığı tüm tedavi yöntemlerine rağmen ilerliyordu. Atatürk’ün hastalığına Dr. Fissenger, Dr. İrdelp ve Dr. Belger, safra yollarının kronik tıkanıklığından kaynaklı siroz olduğu teşhisini koymuşlardır. Atatürk’ün karnına su doluyor ve şişiyordu. Acı veren bir yöntem olsa da karnı delip, bu suyu boşaltmak gerekmekteydi. Karnından su alma işleminden sonra az da olsa Atatürk rahatlamıştır. Kılıç Ali hatıratlarında, karnından su alındıktan sonra Atatürk’ün birdenbire çok zayıfladığını yazmış, on litre suyun vücuttan atılması ile çok rahatladığını aktarmıştır” diye konuşmasını sürdürmüştür.
Atatürk’ün vefat anından ve cenaze töreninden bahseden Dr. Mat “Ulu Önder’in ebediyete intikali, gazeteler vasıtasıyla halka duyurulmuştur. Cenaze namazı Şerafettin Yaltkaya tarafından kıldırılmıştır. Naaşı Dolmabahçe Sarayı’nda katafalka konmuş ve ziyarete açılmıştır. Naaşı Yavuz zırhlısı ile İzmit’e götürülmüş, gemiler ve uçaklar Ulu Öndere son yolculuğunda eşlik etmiş, onu selamlamışlardır. Ülkede bir aylık yas ilan edilmiştir. İl ve ilçelerde temsili cenaze törenleri düzenlenmiştir. 21 Kasım’da Ankara’da cenaze töreni yapılmıştır. Ardından Atatürk’ün naaşı Ankara’da Etnografya Müzesine konulmuştur. Atatürk’ün naaşı, 10 Kasım 1953’te devlet töreni ile Anıtkabir’e defnedilmiştir” demiştir.
YORUMLAR